22 Kasım 2015 Pazar

İYİ PİŞMİŞ

Hollywood’un yakışıklı çocuğu Bradley Cooper’ın, hırslı ve mükemmeliyetçi Şef rolünün hakkını tam anlamıyla verdiği, harika bir film seyrettim dün akşam. Hikaye tanıdık olmakla beraber, işleniş, çekimler ve oyuncuların performansı filmi oldukça çekici hale getirmiş.

Adam Jones (Bradley Cooper), 2 yıldızlı  Michelin bir şef iken, uyuşturucu, alkol ve kadın bağımlılığı yüzünden arkadaşı Tony’nin Paris’teki restoranını ve kendi kariyerini dibe batırır. Akabinde Amerika’ya gider. Uyuşturucuyu, alkolü bırakır ve 1.000.000 midye ayıklayarak kendini cezalandırır. Yaptıklarına karşı bu şekilde kendince bedel öder. Bir milyonuncu midyeyi ayıklamasını takiben Londra’ya gelir, Tony’nin restoranına şef olur, iyi yemek yapan kişileri restoranına toplar ve şefler için Yoda olmak manasına gelen Michelin’den 3. yıldızı almak için kolları sıvar. Diğer bir amacı da, Tony’nin restoranını şehrin en iyi restoranı yapmak.

Filmde, olması gerekenden çok önce başarı, para ve üne sahip olmuş bir adamın nasıl dibe vurduğu, olabilecek tüm pisliklere neden bulaştığı kısa fakat çok güzel vurgulanmış. Sonrasında ise Adam’ın tüm bu bağımlılıklardan kurtulma sürecine detaylı yer verilmiş ve biz bu şekilde Adam Jones’u daha iyi tanımaya başlıyoruz. Filmin en kritik yeri, ekipteki Michel’in Tony ve Adam’dan, aslında sadece Adam’dan aldığı intikam. Bu sarsıntı Adam’ı beklenmedik yerden vuruyor ve ilk uyarı oluyor. Rakibi olan Reece’in “Düşmanın merhameti de cehennem sayılır” cümlesinden sonra Adam hırsını ve mükemmeliyetçiliğini bir kenara bırakıyor ve gerçek bir şef oluyor. Temelde bir adamın egosunu yenmesine dair bir hikaye seyrediyoruz.

Film gerçekten çok hoş. Ne eksiği var ne de fazlası. Çekimler ve sahne tasarımları çok başarılı. Müthiş yemeklerle harika süslenmiş tabaklar, restoran ve mutfak tasarımları, peçete, çatal ve bıçaklar, her şey çok güzel. Sanat ekibi tebriği hak ediyor.

BURNT

Çok fazla spoiler verdiğim için bilerek konuyu karışık anlattım. Mutfağa birazcık dahi ilgi duyuyorsanız kaçırmayın derim. Son tavsiyem de kesinlikle aç gitmeyin, acı çekersiniz. Yemekler o kadar güzel ki, insanın iştahını kabartıyor, sürekli elini uzatıp ucundan tadasın geliyor.

Bence “İyi Pişmiş” senenin şimdilik en iyi filmi, 2 saatinize fazlasıyla değer. İyi Seyirler….

Burnt

KARA DÜZEN

2015’in ilk 3 çeyreği sinema açısından oldukça sönüktü. “Kaderini değiştiremezsin” ana temalı, Terminatör ve Görevimiz Tehlike serileri de durumu kurtaramadı. Eylül sonu izlediğim Küçük Prens animasyonu yüzümü güldürdü. Hemen sonrasında ise Matt Damon’lı “Marslı” ve Robert De Niro’lu “Stajyer” ile de “artık film sezonu açıldı” dedim.
Dört gözle beklediğim bir film daha vardı: Kara Düzen (Black Mass). Johnny Depp en sevdiğim aktörlerin başında. 2009 yapımı “Halk Düşmanları” da bence son 10 senenin ve Johny Depp’in en iyi filmi. Depp, FBI’ın en çok aradığı gangster olan John Diilinger’ın hayat hikayesinde efsane bir performans çıkardı ve ben yıllarca unutamayacağım kalitede bir film seyrettim. 2015 itibari ile yine Johnny Depp ve yine FBI’ın en çok aranan suçlularından biri: James “Whitey” Bulger…Beklentim çok yüksekti. 

Filmde sadece Johnny Depp değil tüm oyuncular başlı başına başrol, yani kadro müthiş. Oyunculuklar oldukça iyi. Sanat yönetimi ve kostümler çok başarılı, 70 ve 80’leri güçlü şekilde hissettiriyor. Hikayeyi her Türk Genci biliyor aslında. Bizim Cüneyt Arkın’lı, Kadir İnanır’lı eski Yeşilçam filmlerinde aynı konu defalarca işlendi. Gangster abi, hukuka saygılı kardeş ve kanun adamı çocukluk arkadaşı. Whitey bir suç imparatoru olurken kardeşi eyalet senatörü oluyor. Bununla beraber 2 kardeşin yol ayrımı filmde oldukça sönük bir yer işgal ediyor…Whitey sürekli sadakati ve ihaneti sorguluyor. Muhbirleri, gammazları hiç düşünmeden öldürüyor. Fakat kendisi de FBI’ın muhbiri. FBI ajanı olan çocukluk arkadaşı vasıtası ile FBI ile iş birliği yapıyor ve kendi suç imparatorluğunu büyütürken karşısına çıkan herkesi harcıyor.  Film, tüm suç filmlerinde olduğu gibi baş karakterine açıkça bir hayranlık da besliyor. Eksik olan ise Scoot Copper’ın çok önemli bir detayı atlaması: Karakterin motivasyonu, yani Baba’yı Baba yapan şey. Halen cezasını çekmekte olan Whitey Bulger de, filmi beğenmediğini açıklamış. Beklentimi çok yüksek tuttuğumdan olsa gerek, ben de hayal kırıklığına uğradım fakat  uslanmaz bir suç filmi meraklısı olarak, filmde sevecek şeyler de buldum. Gidip seyrettiğime pişman değilim.

Hikaye gerçek olunca hayata dair çok net dersler veriyor. Düzen hep aynı düzen. Bir insanın karaya nasıl bulaştığı, nasıl tuzağa düştüğü, bazısının son noktada nasıl döndüğü, çoğunun da hatada ısrar edip gözünün kör olduğu çok güzel anlatılmış. Filmdeki en güzel dersi ise Bulger oğluna veriyor: “Hayatta ne yaptığın değil, nerede, ne zaman ve kiminle yaptığın önemli!”

Daha fazla yazıp da spoiler vermeyeyim. Suç filmlerini ve biyografi seyretmeyi seviyorsanız Kara Düzen’i kaçırmayın. İyi Seyirler!

 011268.jpg-r_640_600-b_1_D6D6D6-f_jpg-q_x-xxyxx

SÜPER KAHRAMAN MI OLSAM?…

Geçenlerde Zeynep’le başbaşa film seyretmek istedik. Saati uygun tek filmdi ve “Marvel aleminin süper kahramanı  Ant-Man’in sinemaya zıplaması enteresan olabilir” deyip girmeye karar verdik.
Hikaye anlatımı bakımından, sırf iyi kalpli ve uslanmaz bir iyimser olduğu için bir insanın süper kahraman olmayı seçmesi yeterli bir sebep. Kahramanı seyirciye yaklaştırmak için konuya ayrıca kişisel motivasyon eklemişler. Süper kahramanımız Scott’un Ant-Man olmayı seçmesinin sebebi, kızının onunla gurur duymasını istemesi. Filmde dünyayı kurtarma hikayesinin yanında bir baba kız hikayesi de anlatlıyor. Hikayenin en sevdiğim tarafı ise her şeyin çok net olması, hiç bir yerinde bir karışıklık veya boşluk yok. Hikaye bir hedefe doğru yola çıkıyor, istediği noktaya varıyor ve sizi de oraya taşıyor. Çok da eğlenceli. Mutlaka gülen bir yüzle ve yine iyilerin kazanmış olmasının mutluluğu ile çıkıyorsunuz salondan.

Normalde, süper kahraman kitap veya filmlerine “ne ders çıkarsam” gözüyle bakmayız, bununla beraber süper kahramanlar hayat biçimleri ve kurdukları ilişkiler ile profesyonel ve de özel hayatımıza taşıyacağımız prensipler taşıyorlar. Çünkü günümüz dünyasında iyi ile kötüyü, siyah ile beyazı ayırmak mümkün olmazken, bu durum süper kahramanlar dünyasında çok net.

Misal süper kahramanlar sadece sevdikleri insanlara değil, herkese yardım ederler. Yardım ettikleri kişilerin sayısı onlar için önemli değildir, ihtiyacı olan herkese fayda vermenin peşine düşerler. Sonra, süper kahramanlar üretken kişilerdir. İşlerini tamamlayana kadar vazgeçmezler, kesinlikle ertelemezler. Koşulların hepsi onlara karşı bile olsa dimdik ayakta dururlar. Farklı yaklaşımlar, çözümler geliştirirler. Olaylara her koşulda mizahla yaklaşırlar. En önemlisi zorbalıklara, zorbalara izin vermezler. Onlara hak ettikleri cezayı vermekle beraber, bundan zevk almazlar. Süper güçlerini insanların gözüne sokmazlar. Her zaman saygın davranırlar.

Çocukluğum Tommiks ve Zagor çizgi romanları okuyarak geçti. Ant-Man sayesinde ise uzun yıllardan beri süper kahraman kitabı okumadığımı veya filmi seyretmediğimi farkettim. Bu film iyi geldi bana. Beni iyilerin hep kazandığı, hep mutlu sonların olduğu bir dünyaya götürdü. Vizyondan kalmak üzere ve şu an çok az sinemada gösteriliyor. Sinemada seyredemezseniz DVD sini alın. Süper kahramanlarla dolu bir dünya hepimizin hakkı değil mi?

marvels-580x333

KÜÇÜK PRENS

Küçük Prens’in yeniden filme uyarlandığını duyunca inanılmaz sevindik. Hele bu filmi Prensesimle seyredecek olmak beni ayrıca heyecanlandırıyordu. Dört gözle vizyona girişini bekledik ve en sevdiğimiz sinemanın en sevdiğimiz salonunda, bir salon dolusu küçük prens ve prensesle beraber seyrettik filmi.

Küçük Prens, okuyan her insanın, özellikle de çocukluğunun masum dünyasından uzaklaşmış büyüklerin kaplerine dokunmuş bir kitap. Verdiği onlarca mesajla çocukların hayata bakış açısını değiştiren, hayal güçlerini maximuma çıkaran bir kitap. Ben filmde de Küçük Prens ve Pilot’un hikayesinin anlatılmasını bekliyordum. Bununla beraber film, küçük bir kızın prensi tanımasını ve onun hayatına olan etkilerini anlatmayı seçmiş. Yani aslında Küçük Prens’in hepimizde yarattığı o muhteşem duyguları. Filmde odaklanılan başka bir konu da; yetişkinlerin büyüdükçe çocuk olmakla ilgili herşeyi unuttukları. Bize “asıl sorun büyümek değil, büyürken unuttuklarımız” diyor özünde. Kitabın felsefesini çok güzel ve farklı bir mecrada anlatıyor.

Filmin ilk yarım saatinde hayallerimin tatlı prensini bulamamak canımı biraz sıktı. Bence kitabı çok seven herkes aynı duyguları yaşamıştır. Fakat zamanla kendimi düşlerimle dolu, muhteşem bir dünyada buldum. Ana kahramanlarımız, Küçük Kız, Pilot ve tabii ki Küçük Prens. Küçük Kızın annesi, kızının bir koleji kazanmasını istiyor. Ve Küçük Kızın hayatı boyunca her gününü ay ay, gün gün, saat saat planlamış. Bu planın adı ”Hayat Planı”. Plan bir tahtada asılı ve her yarım saatte bir Küçük Kız ilerlemeyi bir mıktanısla göstermek durumunda. Film burada günümüzün sonuç odaklı, hırslı ebeveynlerine çok güzel gönderme yapıyor.

Neyse, bizim Küçük Kız, komşuları olan tuhaf ama iyi yürekli yaşlı Pilot ile tanışıyor. Yaşlı pilotun tek hayali uçağını tamir edip, çölde tanıştığı Küçük Prens’i yeniden bulmak. Ve Pilot, Küçük Kız’a gün batımlarını çok seven Küçük Prens’in hikayesini okuyor tabii. Yaşlı pilot hastalanınca da, Küçük Kız onun uçağı ve tilki ile Küçük Prens’i bulmak için yola çıkıyor…

Sonrasını lütfen gidip sinemada seyredin, çocuklarınızı da götürün. Ben ilk defa bir animasyon filmde ağladım. Bir şeyi terketmenin ona dönmenin ilk adımı olduğu, sevdiğini değerli kılan şeyin ona harcadığın emek olduğu ve aslında gözlerin kör olduğu, insanın yüreğiyle gördüğü gibi mesajlar küçük bir çocuğun anlayacağı bir dilde ve çok güzel anlatılmış.

Vizyonda olan sıradan animasyonların Küçük Prens’den daha fazla gişe yapması içimi acıttı. Bu filme mutlaka gidin.

İyi Seyirler…

Adsız