22 Kasım 2015 Pazar

İYİ PİŞMİŞ

Hollywood’un yakışıklı çocuğu Bradley Cooper’ın, hırslı ve mükemmeliyetçi Şef rolünün hakkını tam anlamıyla verdiği, harika bir film seyrettim dün akşam. Hikaye tanıdık olmakla beraber, işleniş, çekimler ve oyuncuların performansı filmi oldukça çekici hale getirmiş.

Adam Jones (Bradley Cooper), 2 yıldızlı  Michelin bir şef iken, uyuşturucu, alkol ve kadın bağımlılığı yüzünden arkadaşı Tony’nin Paris’teki restoranını ve kendi kariyerini dibe batırır. Akabinde Amerika’ya gider. Uyuşturucuyu, alkolü bırakır ve 1.000.000 midye ayıklayarak kendini cezalandırır. Yaptıklarına karşı bu şekilde kendince bedel öder. Bir milyonuncu midyeyi ayıklamasını takiben Londra’ya gelir, Tony’nin restoranına şef olur, iyi yemek yapan kişileri restoranına toplar ve şefler için Yoda olmak manasına gelen Michelin’den 3. yıldızı almak için kolları sıvar. Diğer bir amacı da, Tony’nin restoranını şehrin en iyi restoranı yapmak.

Filmde, olması gerekenden çok önce başarı, para ve üne sahip olmuş bir adamın nasıl dibe vurduğu, olabilecek tüm pisliklere neden bulaştığı kısa fakat çok güzel vurgulanmış. Sonrasında ise Adam’ın tüm bu bağımlılıklardan kurtulma sürecine detaylı yer verilmiş ve biz bu şekilde Adam Jones’u daha iyi tanımaya başlıyoruz. Filmin en kritik yeri, ekipteki Michel’in Tony ve Adam’dan, aslında sadece Adam’dan aldığı intikam. Bu sarsıntı Adam’ı beklenmedik yerden vuruyor ve ilk uyarı oluyor. Rakibi olan Reece’in “Düşmanın merhameti de cehennem sayılır” cümlesinden sonra Adam hırsını ve mükemmeliyetçiliğini bir kenara bırakıyor ve gerçek bir şef oluyor. Temelde bir adamın egosunu yenmesine dair bir hikaye seyrediyoruz.

Film gerçekten çok hoş. Ne eksiği var ne de fazlası. Çekimler ve sahne tasarımları çok başarılı. Müthiş yemeklerle harika süslenmiş tabaklar, restoran ve mutfak tasarımları, peçete, çatal ve bıçaklar, her şey çok güzel. Sanat ekibi tebriği hak ediyor.

BURNT

Çok fazla spoiler verdiğim için bilerek konuyu karışık anlattım. Mutfağa birazcık dahi ilgi duyuyorsanız kaçırmayın derim. Son tavsiyem de kesinlikle aç gitmeyin, acı çekersiniz. Yemekler o kadar güzel ki, insanın iştahını kabartıyor, sürekli elini uzatıp ucundan tadasın geliyor.

Bence “İyi Pişmiş” senenin şimdilik en iyi filmi, 2 saatinize fazlasıyla değer. İyi Seyirler….

Burnt

KARA DÜZEN

2015’in ilk 3 çeyreği sinema açısından oldukça sönüktü. “Kaderini değiştiremezsin” ana temalı, Terminatör ve Görevimiz Tehlike serileri de durumu kurtaramadı. Eylül sonu izlediğim Küçük Prens animasyonu yüzümü güldürdü. Hemen sonrasında ise Matt Damon’lı “Marslı” ve Robert De Niro’lu “Stajyer” ile de “artık film sezonu açıldı” dedim.
Dört gözle beklediğim bir film daha vardı: Kara Düzen (Black Mass). Johnny Depp en sevdiğim aktörlerin başında. 2009 yapımı “Halk Düşmanları” da bence son 10 senenin ve Johny Depp’in en iyi filmi. Depp, FBI’ın en çok aradığı gangster olan John Diilinger’ın hayat hikayesinde efsane bir performans çıkardı ve ben yıllarca unutamayacağım kalitede bir film seyrettim. 2015 itibari ile yine Johnny Depp ve yine FBI’ın en çok aranan suçlularından biri: James “Whitey” Bulger…Beklentim çok yüksekti. 

Filmde sadece Johnny Depp değil tüm oyuncular başlı başına başrol, yani kadro müthiş. Oyunculuklar oldukça iyi. Sanat yönetimi ve kostümler çok başarılı, 70 ve 80’leri güçlü şekilde hissettiriyor. Hikayeyi her Türk Genci biliyor aslında. Bizim Cüneyt Arkın’lı, Kadir İnanır’lı eski Yeşilçam filmlerinde aynı konu defalarca işlendi. Gangster abi, hukuka saygılı kardeş ve kanun adamı çocukluk arkadaşı. Whitey bir suç imparatoru olurken kardeşi eyalet senatörü oluyor. Bununla beraber 2 kardeşin yol ayrımı filmde oldukça sönük bir yer işgal ediyor…Whitey sürekli sadakati ve ihaneti sorguluyor. Muhbirleri, gammazları hiç düşünmeden öldürüyor. Fakat kendisi de FBI’ın muhbiri. FBI ajanı olan çocukluk arkadaşı vasıtası ile FBI ile iş birliği yapıyor ve kendi suç imparatorluğunu büyütürken karşısına çıkan herkesi harcıyor.  Film, tüm suç filmlerinde olduğu gibi baş karakterine açıkça bir hayranlık da besliyor. Eksik olan ise Scoot Copper’ın çok önemli bir detayı atlaması: Karakterin motivasyonu, yani Baba’yı Baba yapan şey. Halen cezasını çekmekte olan Whitey Bulger de, filmi beğenmediğini açıklamış. Beklentimi çok yüksek tuttuğumdan olsa gerek, ben de hayal kırıklığına uğradım fakat  uslanmaz bir suç filmi meraklısı olarak, filmde sevecek şeyler de buldum. Gidip seyrettiğime pişman değilim.

Hikaye gerçek olunca hayata dair çok net dersler veriyor. Düzen hep aynı düzen. Bir insanın karaya nasıl bulaştığı, nasıl tuzağa düştüğü, bazısının son noktada nasıl döndüğü, çoğunun da hatada ısrar edip gözünün kör olduğu çok güzel anlatılmış. Filmdeki en güzel dersi ise Bulger oğluna veriyor: “Hayatta ne yaptığın değil, nerede, ne zaman ve kiminle yaptığın önemli!”

Daha fazla yazıp da spoiler vermeyeyim. Suç filmlerini ve biyografi seyretmeyi seviyorsanız Kara Düzen’i kaçırmayın. İyi Seyirler!

 011268.jpg-r_640_600-b_1_D6D6D6-f_jpg-q_x-xxyxx

SÜPER KAHRAMAN MI OLSAM?…

Geçenlerde Zeynep’le başbaşa film seyretmek istedik. Saati uygun tek filmdi ve “Marvel aleminin süper kahramanı  Ant-Man’in sinemaya zıplaması enteresan olabilir” deyip girmeye karar verdik.
Hikaye anlatımı bakımından, sırf iyi kalpli ve uslanmaz bir iyimser olduğu için bir insanın süper kahraman olmayı seçmesi yeterli bir sebep. Kahramanı seyirciye yaklaştırmak için konuya ayrıca kişisel motivasyon eklemişler. Süper kahramanımız Scott’un Ant-Man olmayı seçmesinin sebebi, kızının onunla gurur duymasını istemesi. Filmde dünyayı kurtarma hikayesinin yanında bir baba kız hikayesi de anlatlıyor. Hikayenin en sevdiğim tarafı ise her şeyin çok net olması, hiç bir yerinde bir karışıklık veya boşluk yok. Hikaye bir hedefe doğru yola çıkıyor, istediği noktaya varıyor ve sizi de oraya taşıyor. Çok da eğlenceli. Mutlaka gülen bir yüzle ve yine iyilerin kazanmış olmasının mutluluğu ile çıkıyorsunuz salondan.

Normalde, süper kahraman kitap veya filmlerine “ne ders çıkarsam” gözüyle bakmayız, bununla beraber süper kahramanlar hayat biçimleri ve kurdukları ilişkiler ile profesyonel ve de özel hayatımıza taşıyacağımız prensipler taşıyorlar. Çünkü günümüz dünyasında iyi ile kötüyü, siyah ile beyazı ayırmak mümkün olmazken, bu durum süper kahramanlar dünyasında çok net.

Misal süper kahramanlar sadece sevdikleri insanlara değil, herkese yardım ederler. Yardım ettikleri kişilerin sayısı onlar için önemli değildir, ihtiyacı olan herkese fayda vermenin peşine düşerler. Sonra, süper kahramanlar üretken kişilerdir. İşlerini tamamlayana kadar vazgeçmezler, kesinlikle ertelemezler. Koşulların hepsi onlara karşı bile olsa dimdik ayakta dururlar. Farklı yaklaşımlar, çözümler geliştirirler. Olaylara her koşulda mizahla yaklaşırlar. En önemlisi zorbalıklara, zorbalara izin vermezler. Onlara hak ettikleri cezayı vermekle beraber, bundan zevk almazlar. Süper güçlerini insanların gözüne sokmazlar. Her zaman saygın davranırlar.

Çocukluğum Tommiks ve Zagor çizgi romanları okuyarak geçti. Ant-Man sayesinde ise uzun yıllardan beri süper kahraman kitabı okumadığımı veya filmi seyretmediğimi farkettim. Bu film iyi geldi bana. Beni iyilerin hep kazandığı, hep mutlu sonların olduğu bir dünyaya götürdü. Vizyondan kalmak üzere ve şu an çok az sinemada gösteriliyor. Sinemada seyredemezseniz DVD sini alın. Süper kahramanlarla dolu bir dünya hepimizin hakkı değil mi?

marvels-580x333

KÜÇÜK PRENS

Küçük Prens’in yeniden filme uyarlandığını duyunca inanılmaz sevindik. Hele bu filmi Prensesimle seyredecek olmak beni ayrıca heyecanlandırıyordu. Dört gözle vizyona girişini bekledik ve en sevdiğimiz sinemanın en sevdiğimiz salonunda, bir salon dolusu küçük prens ve prensesle beraber seyrettik filmi.

Küçük Prens, okuyan her insanın, özellikle de çocukluğunun masum dünyasından uzaklaşmış büyüklerin kaplerine dokunmuş bir kitap. Verdiği onlarca mesajla çocukların hayata bakış açısını değiştiren, hayal güçlerini maximuma çıkaran bir kitap. Ben filmde de Küçük Prens ve Pilot’un hikayesinin anlatılmasını bekliyordum. Bununla beraber film, küçük bir kızın prensi tanımasını ve onun hayatına olan etkilerini anlatmayı seçmiş. Yani aslında Küçük Prens’in hepimizde yarattığı o muhteşem duyguları. Filmde odaklanılan başka bir konu da; yetişkinlerin büyüdükçe çocuk olmakla ilgili herşeyi unuttukları. Bize “asıl sorun büyümek değil, büyürken unuttuklarımız” diyor özünde. Kitabın felsefesini çok güzel ve farklı bir mecrada anlatıyor.

Filmin ilk yarım saatinde hayallerimin tatlı prensini bulamamak canımı biraz sıktı. Bence kitabı çok seven herkes aynı duyguları yaşamıştır. Fakat zamanla kendimi düşlerimle dolu, muhteşem bir dünyada buldum. Ana kahramanlarımız, Küçük Kız, Pilot ve tabii ki Küçük Prens. Küçük Kızın annesi, kızının bir koleji kazanmasını istiyor. Ve Küçük Kızın hayatı boyunca her gününü ay ay, gün gün, saat saat planlamış. Bu planın adı ”Hayat Planı”. Plan bir tahtada asılı ve her yarım saatte bir Küçük Kız ilerlemeyi bir mıktanısla göstermek durumunda. Film burada günümüzün sonuç odaklı, hırslı ebeveynlerine çok güzel gönderme yapıyor.

Neyse, bizim Küçük Kız, komşuları olan tuhaf ama iyi yürekli yaşlı Pilot ile tanışıyor. Yaşlı pilotun tek hayali uçağını tamir edip, çölde tanıştığı Küçük Prens’i yeniden bulmak. Ve Pilot, Küçük Kız’a gün batımlarını çok seven Küçük Prens’in hikayesini okuyor tabii. Yaşlı pilot hastalanınca da, Küçük Kız onun uçağı ve tilki ile Küçük Prens’i bulmak için yola çıkıyor…

Sonrasını lütfen gidip sinemada seyredin, çocuklarınızı da götürün. Ben ilk defa bir animasyon filmde ağladım. Bir şeyi terketmenin ona dönmenin ilk adımı olduğu, sevdiğini değerli kılan şeyin ona harcadığın emek olduğu ve aslında gözlerin kör olduğu, insanın yüreğiyle gördüğü gibi mesajlar küçük bir çocuğun anlayacağı bir dilde ve çok güzel anlatılmış.

Vizyonda olan sıradan animasyonların Küçük Prens’den daha fazla gişe yapması içimi acıttı. Bu filme mutlaka gidin.

İyi Seyirler…

Adsız

4 Eylül 2015 Cuma

ZEYNEP’TEN ÖĞRENDİM!…

13 yaşında bir kız çocuğu annesiyim. Senelerce ona nasıl davranması gerektiğini söyledim durdum ve yaklaşık 2 senedir bundan vazgeçtim. Çünkü benim ondan öğrendiklerimin, onun benden öğrendiklerinden daha önemli olduğunu fark ettim.

Onun gözlerine ilk baktığım an çok sevmeyi öğrendim önce. Beklentisiz, koşulsuz sevmeyi.
Denemekten korkmamayı öğrendim zamanla. Yaşanan her başarısızlığın, her zaman bir deneyim ve başarıya giden yolda olmazsa olmaz olduğunu öğrendim. Deneme cesaretimi kaybetmiyorum artık. Tıpkı Zeynep’in düşer düşmez yeniden yeniden yürümeye çalışması gibi.

Zeynep konuşmaya başladı, hayır demeyi öğrendim. İçime sinmeyen, ya da istemediğim bir konuda en başta hayır diyorum. Bu sonradan karşıma çıkacak bir sürü sorunu baştan yok ediyor. Başarısızlığın en büyük sebebinin herkesi memnun etmeye çalışmak olduğunu fark ettim Zeynep sayesinde.

Biraz daha büyüdü Zeynep. Hayır’ı cevap olarak kabul etmemeyi öğrendim. Artık istediğim şeyi alana kadar ısrar ediyorum, onun için uğraşıyorum. Pes etmemek, hedefe ulaşmanın sırlarından biri. Aynen Zeynep’in oyuncağına odaklanması gibi. Çok soru sormayı öğrendim sonra. Karşıma çıkan durumları sayısız soruyla müzakere etmeyi öğrendim. Doğru soruları sormanın doğruyu bulduracağını öğrendim.

Her ne kadar “merak insanı mezara sokar” diye bir atasözümüz olsa da; merak ederek başarıya ulaşabileceğimi öğrendim Zeynep’le. Merak olmazsa çözüm olmaz, yaratıcılık olmaz, dolayısıyla başarı olmaz. Keşfetme duygusunun bir insanı başarıya götüren en temel faktör olduğunu öğrendim.
İçimdeki çocuğu özgür bıraktım Zeynep büyüdükçe. Hayatıma yeni insanların girmesine izin verdim. Sonra sonra başarılı insanların çevresinin geniş olduğunu öğrendim.

Zeynep’in çizdiği hiç bir sınırı olmayan resimleri gördükçe sınırlarımdan çıkmayı öğrendim. Büyük hayaller kuruyorum artık. Hayallerimi zihnimde detaylandırıyorum. Bunun hedefe ulaşmamı kolaylaştırdığını öğrendim.

Zeynep’in toparlanma hızının onun mutluluğunun en büyük sebebi olduğunu fark ettim. Ve bir sorunla karşılaştığımda kendime sormayı öğrendim: İçimdeki çocuk ne yapardı?

Evet başarının sırrı çoçuklarda. Sevgili Doğan Cüceloğlu’nun da dediği gibi içinizdeki çocukla konuşup, oynaşın. İçimizdeki çocuk, yaşamımıza yön veren en önemli varlık.

Adsız

MAHALLENİN KAHVECİSİ

Bundan tam 498 sene önce Yemen Valisi Özdemir Paşa, keşfettiği kahve çekirdeklerini İstanbul’a Osmanlı Sarayına getirir ve ilk Türk Kahvesi tohumları Taht-ul Kale’de atılır. Böylelikle Türk sosyal yaşamında Taht-ul Kale’de 55 kahvehane ve 200 çalışan ile sayısız müptelası olan bir kültür oluşur. Akabinde Avrupa’da sihirli içecek olarak tanınır ve kimi yerlerde Türk Şarabı olarak da bilinir. Moliere, Pierre Loti, Victor Hugo, Balzac Türk Kahvesi’nin müdavimlerinden bazıları. Yani aslına bakarsanız dünya, kahve kültürü için Türkiye’ye teşekkür etmelidir.


Türk kahvesi kültürümüzün bir parçası olması ve tüm dünyada da bu adla tanınmasına rağmen pazara yeni giren alternatif kahve tatları ile her geçen gün daha az ilgi görmekte. Ben ise tam bir Türk Kahvesi müptelasıyım. Adını söylemek için İtalyanca öğrenmek zorunda kaldığımız o kahvelere hiç alışmadım. Çocukluğumdan beri de kahveyi hep Kuru Kahveci Mehmet Efendi’den içtim.
3 sene kadar önce ise çok şirin bir mekan sayesinde yeni bir Türk Kahvesi markası ile tanıştım: Mahallenin Kahvecisi Selamlique. Selamlique marka olarak Türk kahvesi içme adabını yaygınlaştırma misyonunun yanında, Türk kahvesine hak ettiği ilgiyi tekrar kazandıracak kalitede hediyelik kahve setleri, fincan takımları ve şekerlemelerle pazarda farkını hissettirmekte.


Adsız

Mahallenin Kahvecisi ise geleneksel, tarçınlı, okkalı, kakuleli, kafeinsiz, damla sakızlı veya çikolatalı çeşitlerinin her hangi biri ile  mutlaka halime hitap eder. Genellikle günün ilk kahvesi ise kakuleli olanı, eğer günün ikinci kahvesi ise kafeinsiz olanı tercih ederim . Üzerinde at nallanan köpüklü kahvemin yanına, güllü, vanilyalı ya da tarçınlı lokum olmazsa olmazdır. Mekanın sahibesi ve işletmecisi Suna Hanım ile sohbetlerimiz de kahvemin tadına tat katar. Çocuklarımız, eğitim, tiyatro derken zaman nasıl geçer anlamam. Malum, kahvenin tadı dostla ve sohbetle çıkar.
Adsız

Evet Türk kahvesi kültürümüzün parçası ve aynı zamanda en güzel anılarımız da hep yanımızda. Her gelin görücüsüne mutlaka kahve pişirir. Her keyifli yemekten sonra eşimizle, dostumuzla köpüklü bir kahve içeriz. Sohbetin peşine fincanı kapatıp birbirimizin falını fallandırırız. Kimsenin duymadıklarını duyar, bilmediklerini bilir o bir fincan kahve. Eee ne demişler; sıcak bir kalp gibi, güzel bir kahve de hiç bir vakit unutulmaz.
Bu sabah da kahvemizi beraber içelim dedim. Afiyet olsun.

Adsız

5 Ağustos 2015 Çarşamba

e-CAR

2 sene önce Genel Müdürüm elektrikli araba projesinden bahsettiğinde inanılmaz heyecanlandım. Otomotiv Sektörüne yıllarca hizmet etmiş bir Mühendis olarak, toplumsal faydası bu kadar büyük bir projede etkin bir görev alacak olmak beni inanılmaz gururlandırdı. Karbon atığının olmaması, düşük yakıt sarfiyatı, arabanın sessizliği gibi onlarca toplumsal fayda. Bütün bunların yanında ülkemin ilk yerli arabası olacak, hem de geleceğin teknolojisi ile üretilecekti. Fizibiliteler ve ön pazarlama faaliyetleri sonrasında bizim proje rafa kalktı fakat yaptığım araştırmalar ve öğrendiğim her şey benim için çok kıymetli.

eCar
İlk olarak, adını alternatif akımın babası Nikola Tesla’dan alan Tesla Motors’u araştırdım. Tesla Motors 2004 yılında kurulur. Biz telefon şarjları ile uğraşırken adamlar şarjlı spor otomobil üretirler. Tesla gücünü bilimden alan üretkenliği ile genel otomotiv kalıplarının dışına çıkar. Bugün yeni model tanıtımları, otomobile, bilime ve yeniliğe meraklı herkes tarafından nefesler tutularak beklenir. Ve Tesla, Amerika’nın otomotiv sektöründe kaybettiği prestiji geri getirir. “Elektrikli, basmaz ki bu” diyenlerin hepsini, 0-100 km. arasını 3,7 saniyede kat edip, tozu dumana katan Roadstar ile geride bırakır.

tesla_roadster-listelist
Geçenlerde tesadüfen Nikola Tesla’nın hikayesini okuyunca bizim proje geldi aklıma. Bu kadar çok araştırmanın içinde Tesla’nın hayatını incelemediğimi farkettim; Nicola Tesla, o zamanki Avusturya İmparatorluğu sınırları içinde kalan bir köyde Sırp bir anne ve babanın oğlu olarak 1856 da dünyaya gelir. 1884’de New York’a göç eder ve Thomas Edison’un yanında çalışmaya başlar. Doğru akım üzerine çalışan Edison, Tesla’nın alternatif akım projesini desteklemez ve Tesla’ya başka bir görev verir. Tesla o görevi de tamamlar. Fakat Edison Tesla’ya söz verdiği ücreti ödemeyince Tesla hemen istifa eder ve ikili arasındaki amansız savaş başlar.

Neyse Tesla yaptığı alternatif akım buluşunu sonunda satar. Ardından 1890 da hidroelektrik santrali fikri ile Niagara’dan üretilen elektriği 50km uzaklığa iletir. 1898’de suyun üstünde yüzen botu uzaktan kumanda ile hareket ettirerek enerjiyi kablouz transfer eder. Floresan lambayı, hız ölçeri, otomobillerdeki ateşleme sistemini, neon ışıkları, elektron mikroskobunu ve mikrodalga fırını Tesla’nın icat ettiğini pek bilen yoktur. Günümüzde kullanılan pek çok buluş ve deneye imza adan Tesla patentini aldığı 700 buluşla en çok patent sahibi insan olarak dünya tarihine geçer. 1912 de aldığı Nobel Fizik Ödülünü ise onunla beraber Edison’a verildiği için reddeder.

nobel-odulune-layik-goruldu-fakat-listelist
Alternatif akımı bularak modern hayatımızın aydınlanmasını, “modern” olmasını sağlayan fakat para yönetimiyle pek ilgisi olmayan Tesla, hayatın cilvesi olarak 1943 yılında karanlık bir otel odasında yoksul ve kimsesiz olarak hayatını kaybeder.

Evet bu savaşın galibi Edison fakat hangisi daha başarılı? Edison kısıtlı alanda uzmanlaşmış bir bilim adamı ve para için oraya buraya saldıran bir kapitalist. Tesla ise, fizik ve mühendislik alanında çağımıza ilham veren yüzlerce buluş yapmış, dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla kökünden değiştirmiş bir mucit. Parayla pulla pek ilgisi olmayan ve değeri hiç anlaşılmamış büyük bir kaşif. Edison’un yaptığı buluşlar da Tesla’nın alternatif akımı sayesinde geniş kitlelerce kullanılır. Mesela Fonografinin mucidi Edison’dur fakat büyük sinema salonlarında film seyredilebileceğine hiç bir zaman inanmaz. Yani asıl işi yapan Tesla, fakat bütün kitaplarda adı geçen ve parsayı toplayan ise Edison.

Ya da soruyu çevirelim ve başarı nedir, başarısızlık nedir?” diyelim. Hangimiz net bir cevap verebiliriz? Başarı hedefe ulaşmaksa, hedefine ulaşan katil de başarılı mıdır? Başarı mutlu olmaksa, hayatı boyunca hiç bir şeye kafa yormadan yaşayıp kendi kendine mutlu olan insanlar başarılı mıdır?
Bence; yapmak istediği şeye canı yürekten kafa yoran, çok çalışan, ürettiği şey topluma faydalı olan ve sonuç değil de süreç odaklı olan her insan başarılıdır. Ve başarısızlık da başarıya giden yolda bir kasistir sadece. Tüm büyük liderlerin ortak özelliği de defalarca hata yapmış, defalarca başarısız olmuş olmalarıdır.

Peki sizce adı lider Otomotiv markasına ilham olan Nikola Tesla başarısız mıydı?

ZİHİNSEL PROVA & MICHEAL PHELPS

Zihinsel prova Koçlukta yoğun kullandığımız bir teknik. Hedefe ulaştığımız anın fotoğrafını çerçeveliyoruz, filmini çekiyoruz ve kendimizi dünyanın en başarılı yönetmeni ilan ediyoruz. Sonrası ise mucize gibi…

Ben kendi kızım dahil inanılmaz faydalarını gördüm. Geçenlerde ise Olimpiyatlarda 19 altın madalya ile en çok altınlı sporcu Micheal Phelps’in başarı hikayesini okuyunca tekniğin gücüne tekrar hayran kaldım;

Micheal Phelps 7 yaşındayken annesini ve öğretmenlerini deli eden enerjisinin bir kısmını tüketsin diye yüzme kursuna gönderilir. Antrenörü Bob Bowman uzun gövdesi, uzun kolları ile başarılı bir yüzücü olacağını hemen anlar. Tek eksiği düzenli çalışma ve motivasyondur. Bowman Phelps’e odaklanması için bir kurgulanmış bir video hazırlar ve sabah kalktığında, akşam yatarken sürekli bu videoyu izlemesini ister. Videoyu izleyen Phelps mükemmel bir şekilde yüzdüğünü hayal eder. Antremanlar sırasında Bowman onun yarıs hızında yüzmesini istediğinde “videoyu oynat” der. Ana rutinin düzene girmesinin ardından beslenme ve idman alışkanlıkları da düzene girer. Küçük başarılarla daha büyük bir başarı elde edilmesine ilk adım atılır.

Dünya rekorunu kırdığı Pekin’de ciddi bir aksilik yaşar ve gözlüğüne su dolar. Phelps için sorun değildir, çünkü bunun da hayali provasını yapmıştır. Etrafını görmeden yüzmesine rağmen dünya rekoru kırar. Bir gazeteci ne hissettiğini sorduğunda ise “tıpkı hayal ettiğim gibiydi” der. Phelps başarısını yüzme sporu ile hiç ilgisi olmayan tekniklere borçludur.

Hayal edin, hayallerinizin peşinden gidin. Çok çalışın. Başarısızlıklardan korkmayın, cesur olun. Başarısızlıktan korkarsanız risk almazsınız ve hayallerinizin peşinden koşma hevesiniz kırılır. Hayaliniz için savaşın, savaşmadan hiç bir şey elde edemezsiniz. Sonuç değil de süreç odaklı, olun. Hırslı değil, azimli olun. Ve… başarılı olun.

Hayaller, cesaret, başarı, başarısızlık derken yazıyı sevdiğim bir söz ile bitirmek istiyorum:
“Başarılı insan olmaya çalışmayın, değerli insan olmaya çalışın. Başarılı insan hayattan verdiğinden fazlasını alır. Değerli insan ise hayata aldığından fazlasını verir.” Albert Einstein

son2015610945994720

5 Mayıs 2015 Salı

İYİLİK SİHİRLİDİR!

Zeynep çok zamandır bekliyordu. Vizyona girişinden 1 hafta sonra da olsa, favori sinema salonumuz City's CityLife'ın küçük yeşil salonunda yerimizi aldık ve keyifle izledik Sindirella'yı.

Şimdi efendim, Külkedisi Sindirella'nın hikayesini bilmeyen yoktur. Biz de; bir varmış, bir yokmuş diyoruz ve hikayeye başlıyoruz.

Küçük bir krallıkta, tüccar babası ve güzeller güzeli annesi ile Ella adında mutlu, güzel bir kız çocuğu yaşıyor. Ella'nın annesinin genç yaşta ölmesi aileyi kedere boğuyor. Yıllar sonra Ella'nın babası yeniden evleniyor. Ella, babasının yeni eşine ve onun 2 kızına karşı hep cömert ve nazik oluyor, onlara çok iyi davranıyor. Onlar "becerebildikleri kadar iyiler" diye düşünüyor. Son iş seyahatine giderken; babasına "Bana ayağının kırdığı ilk dalı getir. Böylece bu dal hep seninle olur, beni sana hatırlatır ve nihayetinde seni bana getirir" diyor. Babası seyahat esnasında hastalanıp ölünce, o dal Ella'ya haber ile beraber geliyor. Babasının ölümünün arkasından cici anne ve kızlar Ella'ya hizmetçi gibi davranıyorlar. Şömine'nin önünde uyuduğu için ona "Külkedisi" ismini koyuyorlar. İsimlerin gücü vardır ya aslında, bu isim Ella'ya güç veriyor.

Ülkenin Prens'inin eşini seçmek için verdiği davete gitmemesi için, kötü cici anne Ella'nın elbisesini yırtıyor. O ana kadar, her zorluğa karşı Cesaretini ve Gücünü koruyan Külkedisi, tüm inancını kaybettiği anda, sihir gerçekleşiyor. Külkedisi, ailesinin evine her zorluğa karşı sahip çıkmasının, her durumda iyi olmasının, herkese karşı nazik olmasının ve en önemlisi de hep kendisi gibi olmasının karşılığını alıyor. Nihayetinde Kraliçe oluyor, Kralı ile beraber ülkesini adil bir şekilde yönetiyor.

2015 yapımı bu filmde hikayenin özüne tamamen bağlı kalınıyor. Filmin önceki çekimlerden farkı; iyilik, cesaret, cömertlik, nezaket, aile bağları gibi değerlerin üstüne çokça baskı yapıyor olması. Annesi ölürken Ella'ya bir öğüt veriyor. "Her ne olursa olsun cesaretini kaybetme ve iyi kalpli ol. İYİLİK SİHİRLİDİR. Sihire inan" diyor. Annesi çok önemli bir söz daha söylüyor: "Dünyayı olduğu gibi değil de, olabileceği gibi gör" diyor.

Bugün, hemen herkes kendisi için yaşasa da, çocuklarına bencilliği, insanları ezmeyi öğütlese de ben de İYİLİĞİN sihirli olduğuna inananlardanım. Çocuğuma da değerlerimize bağlı olmasını, iyi ve cesur olmasını öğretiyorum. Bunu yapanlar çoğunlukta olabilirsek, dünya yeniden yaşanacak bir hale gelir. Yani Ella'nın annesinin söylediği gibi; dünyayı olduğu gibi değil de, olabileceği gibi görmek gerek.

Bütün bu iyi mesajlarının yanında, 7 den 70 e izlenenebilecek çok da keyifli bir film. Bu filme çocuklarınızı mutlaka  götürün. Külkedisi'nin iyilikleri sayesinde kazandığını, iyilerin de cesur oldukları zaman kazanabildiğini görsünler.

İyi Seyirler...
AdsızCCC

SINIFTA OYUN

Oyun oynamak için heyecanlı olan öğretmenler bile; sınıf içinde oyun stratejisini uygulamak için önlerinde olan engellerin üstesinden gelmekte çaresiz olduklarını düşünürler. Oyun ve Öğrenme Konseyi, 700 öğretmen ile yaptığı araştırmaya göre, engelleri ve nasıl üstesinden gelineceğini aşağıdaki gibi klasifiye etmiş. recent survey

1. Yetersiz Zaman

Öğretmenlerin %45 i oyun esaslı öğretim stratejilerinin uygulanması için yeterli zamanları olmadığını beyan ediyorlar. Aslında konu taktiklerin ve varsayımların değişmesi: Oyunlar günlük müfredata entegre edilebilir, çünkü oyunlar deneyimsel bir şekilde akademik kavramları sunmak için öğretmene kolaylık sağlar. Projelendirilmiş oyunlar mevcut faaliyetlerin veya yeni kavramların anlaşılmasını kolaylaştırır.

2. Maliyet

Öğretmenlerin %45 i oluşacak maliyetin kendilerini engelleyici olduğunu düşünüyorlar. Finansal kaynakların yetersizliği, malzemeleri kendi kaynakları ile satın almalarını gerektirebiliyor. Bu konuyu halletmek için çok kolay değil. Bununla beraber motive öğretmenler kampanya sitelerinden bazı opsiyonlar elde edebilirler. Ana tablet oyunları $1 ile $10 arasında alınabilir mesela. Questimate gibi bazı oyunlar da bedavadır. Questimate hesap yöntemlerini öğreten çok faydalı bir oyundur. Özetle öncelikle bedava oyunlardan başlamak en iyi çözümdür.

3. Teknik Kaynakların Yetersizliği

Öğretmenlerin %35 i ise, oyun esaslı öğretme stratejilerini kullanamamalarının teknik kaynakların yetersizliği sebebi ile olduğunu belirtiyorlar. Bu engel realiteden çok algıyla ilgili. Aslında sadece bir kaç cihaz kullanarak oldukça uzun bir yol alınabilir. Proje bazlı grup oyunları ile öğrenciler düşünmeye yönlendirilebilir. Bir proje grubu dijital aktiviteler yaparken, diğer grup dijital olmayan proje aktiviteleri yapabilirler. Bu şekilde öğrenciler bir projeden diğerine yönlendirilir.

4. Müfredata Uygun Oyun Bulmanın Zorluğu

Öğretmenlerin %35 i müfredata uygun oyun bulamadıklarını söylüyorlar. GraphitePlayful Learning, ve Educade siteleri hem sınıf düzeyine hem de geleneksel konulara göre filtreleme imkanı sunar. Sadece müfredata uygun oyunlar yerine farklı bakış açısı ile aynı konuyu hedef alan oyunlar bulunabilir.

5. Standart Test Skorlarına Odaklanmak

%25 ise standart test skorlarına odaklanmanın oyun öğrenmeyi zorlaştırdığını belirtiyor. PLEX Life Science suite sitesinde bilimsel standartların oyun setleri ile nasıl eşleştirildiği görülebilir.

6. Kaliteli Oyunları Nerden Bulacağını bilememek

Öğretmenlerin %25 i de kaliteli oyunları nereden bulacaklarını bilemediklerini belirtmişler.  Madde 4 teki 3 site özel oyunlar bulmak için gelişmiş arama seçenekleri sunmaktadır. Ayrıca How To Choose A Learning Game yazısını mutlaka okuyun.

7. Eğitim içine Oyunların Entegrasyonunun Zorluğu

Yine öğretmenlerin %23 ü eğitim içine oyunu nasıl entegre edeceklerini bilmediklerini belirtiyor. Her zaman oyun bazlı öğretim için yollar bulunabilir. Oyunu eğitim içine entegre etmek için  math ve humanities education, siteleri ve süreci kolaylaştırmak için de interdisciplinary learning.sitesi ziyaret edilebilir.

8. Teknolojiye Yabancılık

Öğretmenlerin %17 si ise teknolojiye yabancı olduklarını raporluyorlar. Bununla beraber her zaman dijital medyaya ve cihazlara ihtiyaç yok. Socratic Smackdown, sitesinde sınıfa teknoloji olmadan da oyunları entegre etmenin yolları bulunabilir.

9. Yönetimin Desteğinin Eksikliği

Yöneticilere oyun uygulamaları ile öğrencilerin standart testlerdeki başarının %12 arttığı raporlanırsa destek sağlanabilir: SRI research

10. Aile Desteğinin Eksikliği

Öğretmenlerin %9 u aile desteğinin eksikliğini belirtiyor. Bu çok küçük bir bakış açısı. Ebeveynlerin %57 si eğitim medyasından çocukların çok şey öğrendiği kanısında:  Learning at Home: Families’ Educational Media Use in America,  Yine de yavaş yavaş başlamakta fayda var. Velilere neden bu taktiklerin kullanıldığının kanıtları ile açıklanması gerekir.
games-obstacles
Kaynak: http://blogs.kqed.org/mindshift/2014/09/games-in-the-classroom-overcoming-the-obstacles/
Yazar:  
Çeviri: İrem Balaban

YAŞAM ÇARKI

Adsız
Yaşam çarkı ifadesi; Yoga öğretisinde, aydınlanmadan önce yaşamın sonsuz döngüsünü ve kurtuluş yollarını görüp geçirmeyi ifade etmektedir. Bir nevi yaşanan acıların tasvir edilmesidir. Kişi kendini rahatsız eden bu acılardan kurtulmayı amaçlar.

Hepimiz dönem dönem kendimizi boşlukta hisseder, baskı altında ezilir, acı çeker ve bunlar niye benim başıma geliyor diye yakınırız. Herkese dışarıdan bakarız, iyi kötü yanlarını, yeteneklerini yorumlarız da; bir türlü kendimizle yüzleşmeye yanaşmayız. Yaşam Çarkı bizim kendimizle yüzleşme aracımızdır.
wheeloflife-350x252
Misal, yukarıdaki çark sizin arabanızın tekerleği olsa, ne kadar sağlıklı ilerleyebilirsiniz? Bu çarkdaki dengesizlik ne kadar süre sizi ayakta tutabilir? Eğer hayatınızdaki bu dengesizliklerden kurtulmak istiyorsanız kendinize sorun;

Hayatımda hangi alan iyi çalışıyor?
Hayatımda eksik olan ne?
Hangi adımdan başlayıp, diğer alanlardaki tatminimi de artırabilirim?
Ben ne istiyorum?
Hedefte kalmamı ne sağlar?

Bu soruların cevabını kendinize verdiğiniz zaman, hemen harekete geçin, değişim başlayacaktır.

Bunlara ek olarak, kendinize ve sevdiklerinize vakit ayırın, hayatınızdaki iyi şeyleri gözünüzün önüne getirin, müzik dinleyin, kitap okuyun, hayal kurun. Olumlu bakın, yargılayıcı olmayın. Kendinize gülün, çevrenize gülümseyin, yaptığınız işe çeşitlilik katın, hayır demesini ve affetmeyi öğrenin. Telaşlanmanın, sinirlenmenin hiç bir işe yaramayacağını unutmayın. Sizi rahatsız eden acılardan kendinizi ancak ve yine siz kurtarabilirsiniz. Yaşamınızın dengesini siz kurabilirsiniz. Yaşamınızın kaptanı sizsiniz ve bütün kaynaklara da sahipsiniz. Bunun için kendinize teşekkür etmeyi de unutmayın.

Sevgiyle...

TÜRKAN ÖĞRETMEN

Adsız2
Babaannesi ile yaşayan küçük bir kız çocuğu 3. sınıfa başlarken okulunu değiştiriyor. "Yeni öğretmen sempatik, güleryüzlü. Tamam da; nihayetinde öğretmen işte" diyor bizim kız. Eski okulunda yaptığı gibi yapmaya devam ediyor. Başı hep önüne eğik, konuşmuyor, derslerde katılımcı olmuyor, ödevlerini düzenli yapmıyor, vs. Bu koşullarda notları da iyi değil tabii.

Resim derslerini seviyor. Çizgi çizmek ona keyif veriyor. Bizim sempatik öğretmen bu durumu fark ediyor. O arada Kocaeli'nde bir turizm şirketi "Kocaeli'nde Ulaşım" konulu bir resim yarışması düzenliyor. Öğretmeni büyük bir heyecanla küçük kıza "hadi yarışmaya katılıyoruz" diyor. Bizim kız kabul etmiyor. "Ben yapamam öğretmenim, başarılı olamam" diyor. Neyse sonunda öğretmen küçük kızı ikna ediyor.

Beraberce önce resim malzemeleri alıyorlar. Sonra Kavaklı sahiline, arkasından Değirmendere sahiline gidip, deniz ulaşımını inceliyorlar. Nihayetinde resim ortaya çıkıyor ve küçük kız yarışmada birincilik alıyor, yani Kocaeli 1. oluyor.

Bu yarışmadan sonra küçük kızın hayata bakışı tamamen değişiyor. Ders notları da iyiye gidiyor. 5. sınıfın sonunda da Anadolu Lisesini kazanıyor. Öğretmen kızı takip etmeyi, kız da öğretmenini aramayı hiç ihmal etmiyor. Bizim kız eğitim hayatı boyunca sayısız 1. likler alıyor. Bu yarışmanın üzerinden 25 seneden fazla geçti. Kızımız şu an bir Güzel Sanatlar Fakültesinde Doçent ve Barcelona'da bir sanat galerisi var.

Bu gerçek başarı hikayesinin kahramanı küçük kız gibi görünüyor değil mi? Hayır. Gerçek bir kahraman ve gerçek bir LİDER var bu hikayede: ÖĞRETMEN. Bu öğretmen: "Her çocuk mükemmeldir ve her çocuğun harikalıkları vardır" diyor. Çocuğun harika yönünü tespit ediyor ve bu yönünü geliştirmesi için yollar buluyor. Çocuğun harika yönü gelişince diğer yönlerinde de gelişme kolay oluyor. Şu an yazarken tüylerim diken diken. Bir dokunuşla gerçek bir mucize.

Bu öğretmen benim annem. Biz böyle bir anneye sahip olduğumuz için çok şanslıyız ve her gün şükrediyoruz. Elinin değdiği tüm öğrencileri de çok şanslı. Şimdi emekli ve gördüğü her çocuğa dokunuşları devam ediyor.

Maalesef lider kumaşlı bu öğretmenlerimizden artık çok kalmadı. Yine de her ne iş yapıyorsak yapalım, lider eğitimciler, lider ebeveynler olmak bizim elimizde. Yeter ki inanalım: "Bir Şey Değişir, Her Şey Değişir."

p.s: O yarışmadaki resmi bulup da bu yazıya eklemeyi çok isterdim, mümkün olmadı. Resimleri sembolik ekledim.

Adsız

YARIŞ SAVAŞLARI

Geçen Cumartesi akşamı ailecek aksiyon filmi seyredesimiz geldi. 5 dakikada organize olduk, yolda seans saatlerini kontrol ettik ve kendimizi Zorlu Center'a, Hızlı ve Öfkeli 7'nin 21:30 seansına attık.
Filmin konusu her zamanki gibi inanılmaz basit. Bir intikam hikayesi etrafında dönüyor. Hafızasını kaybeden Mrs. Alfa'nın filmin başlarında katıldığı "Yarış Savaşları" bir ara beni filmden kopardı, başka yerlere götürdü.
Hepimiz doğduğumuz andan itibaren bir Yarış Savaşına girmedik mi? Hatta bazı anneler daha hamileyken başlatıyor bu Yarış Savaşını. "Bizim doktor daha iyi", "Sen de benim gibi A++ bir hastanede doğum yapsaydın", "Benim karnım çatlamamıştı, iyi bir krem kullan", "Bizim oğlan 2 hafta önde gidiyordu" cümleleri ile daha doğmayan çocuğu başlatıyorlar yarıştırmaya.
Sonrasında; " En güzel bebek bizimki", "Bizim çocuk daha erken yürümüştü", "Bizimki 4 yaşında okumaya geçmişti", "Bizim kız bu sene de takdir getiriyor, siz bir özel hoca mı tutsanız?" Çocuğu hep diğer çocuklarla yarıştırmalar, karşılaştırmalar.
Evlenirken düğünü, damadı yarıştırma; sonrasında işini gücünü, kazandığı parayı yarıştırma.... Hiç bitmiyor bu Yarış Savaşları.
Nihayetinde ise, farkında olmadan; bir "Kaybedenler Kulübü" yaratılıyor. Ailesine öfke duyan çocuklar, yetersizlik duygusundan dolayı özgüveni eksik çocuklar, yarışmaktan vakit bulamadığı için hayattan ne istediğini bilmeyen yetişkinler, yalnızlığı seçen asosyal bireyler... hep bu Yarış Savaşlarının sonucu.
Çocuğunuzun mutlu olmasını istiyorsanız, kabul edin o sizin biriciğiniz. Eşsiz, emsalsiz. Ve sizin çocuğunuz da, her çocuk gibi tam ve mükemmel. Onun, belki de sizin farkında olmadığınız bir sürü harika yönü var. Çocuğunuzu dinleyin, onun harika yönlerini keşfedin. Bu harika yönlerini geliştirin, harika yönleri geliştikçe tüm yönleri gelişecek. Kendine güveni tam, mutlu bir birey olacak.
Çok mu koptum filmden ne? Hemen dönüyorum. Filmdeki kötü adam rolünü Jason Statham'a hiç yakıştıramadım. Serseri fakat altın kalpli adam rolleri iyi gidiyor ona. 
Vin Diesel ve Paul Walker bu seriye çok yakışıyor. Film, aşırılık kelimesinin anlamını yeniden yazmakla kalmıyor, aşırılık limitlerini acayip zorluyor. Uçan arabalar, saatte 200km hızla giden arabanın kaputunda tutunmadan duran süper kızlar, el bombası yüklü çantayı helikoptere asmayı başaran süper kahramanlar... Aslında, Görevimiz Tehlike'nin abartılı versiyonu ve içinde zeka pırıltısı olmayanı diyebiliriz. 
Hızlı ve Öfkeli 7, sanatsal açıdan sinemaya bir şey katmasa da, eğlence ve aksiyon olarak üstlendiği misyonu layıkıyla yerine getiriyor. Nihayetinde ise; bu Hızlı ve Öfkeli arkadaşlar ailenin ve mutlu çocuklar yetiştirmenin önemini vurgulayarak final yapıyorlar. Ve bence, mutlu aile babası misyonu sebebiyle ile finalde ölmesi beklenen Paul Walker ölmüyor.
Paul Walker'ın anısına mutlaka seyredin derim. İyi Seyirler

30 Nisan 2015 Perşembe

SİNİRLİ İREM



Adsız
Aslında sakin bir insanım. Fabrikada bir kaç kişi sinirli olduğumu söyleye, söyleye 4 sene kadar önce bir “Sinirli İrem” çıktı ortaya.

7 ay önceki alt benlik çalışmasında ise “hadi Sinirli İrem’e çalışalım” dedim, çalıştık. Sinirli İrem ateş şeklinde. Kırmızı, sarı, turuncu renklerde. Dişi bir ateş bu. İrem haksızca yargılandığında, kendisi kaynaklı olmayan bir hatayı çözmeye çalışıp da çözemeyince, işler İrem’in kontrolünden çıkarılmaya çalışınca ortaya çıkıyor. İrem’e bir faydası var tabii. Çözüm bulması için hırslandırıyor. Enteresan bir şekilde Sinirli İrem daha yaratıcı ve çok pratik çözümler bulabiliyor. Bununla beraber Sinirli İrem’in her ortaya çıkışında İrem’in sesi yükseliyor, kırıcı olabiliyor ve sonrasında da bütün bunları yaptığı için sinirden kuduruyor. E yıpratıcı tabii.

Neyse efendim, Sinirli İrem Casablanca’ya gitmeye karar verdi. Le Casart’da takılacak, kafa dinleyecek, Fas’ı gezecekti. Çok yorgundu. Aslında İrem’i çok sevdiğini, gitmek istemediğini, yine de giderse iyi olacağını söyledi ve gitti. Giderken bana “çözüm üretemediğini düşündüğünde, sakince kaynaklarını kontrol et” dedi. 7 aydır da kendisinden ses alamadık. Zannımca Fas’ı çok sevdi. Artık hep Casablanca’da mı kaldı, yoksa Marakeş pazarlarını da gezdi mi, Mavi Şehir’de masallara mı daldı bilmiyoruz.

Sinirli İrem dün birdenbire ortaya çıktı. Bir tedarikçimin davranışı beni çok rahatsız. etti. Çok acil çözüm üretmem gerekiyordu, üretemedim, Sinirli İrem’le gözgöze geldik fakat çok silikti ve uzakta görünüyordu. Ben o arada hızlıca kaynaklarımı kontrol ettim, bir kaç telefon görüşmesi yaptım. 3 saatimizi aldı, sorunu çözdük.

Kıssadan hisse dersek; hepimizin hem kendimize ve çevremizdekilere karşı yaptığımız bir hata var. Davranış boyutunda tanımlanması gereken şeyi, kimlik boyutunda tanımlıyoruz. Yani “İrem sinirli bir davranış sergiledi” demiyoruz da, “Sinirli İrem” yaftasını yapıştırıyoruz. Bunu maalesef çocuklarımıza hep yapıyoruz. Bir sınavda düşük not alınca “başarısızsın” diyoruz. Hooop “Başarısız Ayşe” çıkıyor ortaya. Çocuk bunu kimlik boyutuna taşıyor ve kendini hep başarısız zannediyor. Halbuki “Ayşe, bu sınavda başarılı not alamamış olman hakkında konuşalım mı?” dediğinizde çocuk sadece bu sınavın sebeplerini zihninde irdeleyecek. Tembel Ali, Zıp zıp Emine, Ağlak Ahmet, vs vs. Böyle yaftalamalar kimbilir kaç çocuğumuzun başarısına set çekti.

Çocuklarınızın olumsuz davranışlarını kimliklendirmeyin. Çocuğun bu davranışın farkında olmasını sağlayın. Farkında olursa, davranışına gözlemci olacak ve sorununu çözecektir. Olumlu davranışlarına da sık sık tanıklık edin. Bu onun kimliğini güçlendirir.
Ben dün Sinirli İrem’in farkında olarak, ona seyirci kalabildiğim için, sesimi yükseltmeden, kendimi yıpratmadan sorunu çözebildim. Bunda “Sürekli Gelişimci İrem”‘in katkısı çok büyük tabii…♥♥♥

Casablanca hakkında yazmışken, meşhur şarkıyı da dinlemeden geçmeyelim dedim. “Romantik İrem” kahvesini aldı bile.  Sevgiyle…

26 Nisan 2015 Pazar

AR AİLESİ

Dizi seyretmeyi sevmem ben. Senelerdir düzenli seyrettiğim tek dizi “Arka Sokaklar” dır. Konu tekrara girince hemen sıkılır bırakırım. Bir de hepsi birbirine benziyor gibi gelir.

“Kocamın Ailesi” ise farklı, içimi ısıtan, sımsıcak bir dizi. Bir Perşembe akşamı, 2. bölümünde yakaladım, sonra bildiğiniz tirkayisi oldum. Şimdi her hafta maaile düzenli seyrediyoruz. Ana konu, Ar Ailesinin 25 sene önce kaybolmuş oğullarını bulmaları ve onun eşi ile ilişkileri. Aile kendilerine ait olan Ar Apartmanında oturuyor ve Ar Pastanesini işletiyorlar. Gelinini çok seven gerçek bir kayınvalide, evladını 25 sene önce kaybetmiş içi yanmış bir anne, birbirinden farklı hikayeleri olan üç kızkardeş, her şeyin farkında anlayışlı bir baba, ailenin haylaz bekarı amca, çok bilmiş küçük torun, çocuk yurdunda büyümüş bir doktor ve onun eşi ana karakterlerimiz. Bir de esrarengiz bir yenge var.
Adsız
Geline kulp takmak, kusur bulmak kayınvalidelik geleneği malum. Bizim babaanne de çok sevmesine rağmen “El kızını” bir türlü kabullenemiyor. Yüreği yanmış anne, annelik gerçeğini öyle bir hissettiriyor ki her seferinde gözlerim dolu dolu oluyor. 3 kızkardeş babalarından her şeyi saklıyorlar. Aslında baba her şeyi biliyor da, hani bizim geleneklerimizde kız evlatla yüzgöz olunmaz ya, hep konuyu anneye taşıyor. Aslında kalbi çok temiz olan sakar ve haylaz amca her işi birbirine karıştırıyor ve ortaya inanılmaz eğlenceli aksiyonlar çıkıyor. Yengenin esrarengiz durumu ise bir sonraki haftayı iple çekmeme sebep oluyor. Olanlar beni bazen kahkahalara boğuyor, bazen de etrafta mendil arattırıyor.

Özlediğimiz değerlere götürüyor beni dizi. İyi günde kötü günde birlik olma, mutluluğu acıyı paylaşma, saygı, dürüstlük, yardımseverlik, adalet, hoşgörü gibi kaybetmeye yüz tutmuş değerlerimizi çok çarpıcı sunuyor.

Yaşattığı en büyük duygu ise, temel ihtiyaç olan aidiyet duygusu. Kendini ait hissedeceği bir yeri olmayanların hayatı, ait olduğu yeri aramakla geçer çünkü. Herkesin ait olduğu bir yer vardır ve yaşam o yeri bulmaktan ibarettir. Özetle, “ait olduğunuz yerin değerini bilin” diyor bize. Bilmiyorsanız da diziyi izleyin, size umut verecektir.

Bu arada Ar Pastanesi Kandilli’de ve semt sakinlerinden gelen talep üzerine gerçek bir Pastane haline getirilmiş.

 Adsız

HEDEF NE Kİ?


Adsız
Onlarca Mühendisin ve de Üniversite mezununun çalıştığı bir fabrikada yöneticilik yapıyorum. Bugün sorsam 10 senelik hedeflerinizi yazın diye, çok eminim ki, bir ikisi hariç hiçbiri, ortaya somut bir hedef çıkaramaz. Alacağım cümleleri tahmin ediyorum;
  • Para biriktirmek istiyorum
  • Kariyerimde ilerlemek istiyorum
  • Çocuğuma iyi bir gelecek hazırlamak istiyorum
  • İşimi kaybetmek istemiyorum
Para biriktirmek istiyorum diyene sormak gerek: Hangi tarihe kadar, ne kadar nakit biriktiyorsun? Bu sorunun cevabı ile hedef belirtilirse işte ancak o zaman gerçek bir hedef olur. Aksi takdirde bir dilekten öteye gidemez. Kariyerinde ilerlemek isteyen arkadaşın kafası ise iyice karışık. Akademik bir kariyer mi istiyor, ya da kendini hangi alanda geliştirecek hiç belli değil. Çocuğuna iyi bir gelecek düşünen arkadaş, bir sor bakalım çocuğuna, gelecek için planları ne? Ondan sonra ona destek olmakla ilgili hedef belirleyebilirsin.

İşimi kaybetmek istemiyorum diyene de sormak gerek: Peki ne istiyorsun? İşime devam etmek istiyorum diyecektir. Hangi tarihe kadar? Hep bu pozisyonda mı? Bu soruların cevabını veremezsen bu bir temennidir. Bir de zaten bizim insanımızın beyni hep "istemiyorum" lara odaklıdır. Hasta olmak istemiyorum, yorulmak istemiyorum, susmak, üzülmek istemiyorum. E peki arkadaşım ne istiyorsun? Misal uçak bileti alırken nereye, saat kaçta varmak istediğinizi bilmezseniz doğru bileti alıp, doğru yere ulaşamazsınız.
Hedefinize ulaşabilmeniz için de, hedefininizi kurgulayın ve yönetin. Bu hedefi nasıl olmasını istiyorsanız o hale, olabileceği en mükemmel hale getirin. Öyle bir yönetin ki, oscarlık bir filme çevirin. Bu film öyle bir film olsun ki, gişe rekorları kırsın, hedefe ulaşmanın başarının ilhamını versin.

Siz hayatınızın hem yönetmeni, hem senaristi, hem de başrol oyuncususunuz. Mecbur olduğunuzu düşündüğünüz hayatı yaşamayın, hayatın sizi oraya buraya çekiştirmesine izin vermeyin. Hayatınızın yönetmeni olun.

SARI SAÇLIM MAVİ GÖZLÜM NERDESİN?

Atam hakkında sabahlara kadar, sayfalar, ciltler yazsam yetmez. Ne yazmaya doyarım ben onu ne anlatmaya. Adını her andığımda gözlerim dolar. Durup durup sorarım; Sarı Saçlım Mavi Gözlüm Nerdesin?
1908158_362550537276166_6279686923881683578_n
Nasıl aramam ben onu?
O, öyle bir Lider ki; "Vatanın bütünlüğü, Milletin istiklali tehlikededir. Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır." dedi. Yokluk içinde, tükenmiş bir orduya elindeki tek kaynağı gösterdi.
O, öyle bir Lider ki; "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri." dedi, Askeri net bir hedefe yönlendirdi. "Ya İstiklal, Ya Ölüm" dedi. Bir millet ayağa kalktı, bağımsızlığına dört elle sarıldı.
O, öyle bir Lider ki; "Uygar olmayan kimseler, uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkumdur." dedi. Koyduğu vizyonla sadece 10 senede bir ülkeyi baştan inşa etti. O'nun için çağla bütünleşmek esastı.
11044587_348545942009959_7635776033843430570_n
O, öyle bir Lider ki, dünyada bir ilki yaptı ve çocuklarına bir bayram hediye etti.
İçinde bitip tükenmeyen bir çocuk sevgisi vardı Atatürk'ün. O´nun mavi gözleri çağdaş ve mutlu Türkiye´yi çocuklarda görürdü.  Atatürk, dünyada hiç bir Liderin, Komıutanın, Başkan'ın ya da Başbakan'ın o güne kadar ve de o günden sonra vermediği değeri verdi çocuklara. Ülkü, O'nun çocuk sevgisinin bir simgesiydi.
Büyük Lider'in benim çocukluğumdaki en güzel hatırası da Ülkü ile olan resimleridir.
Bir çocuğu protokol sırasının en önüne oturtan tek  Liderdir Atatürk.
Bir çocuğu elinden tutup resim sergisine götüren, salıncakta sallayan tek Liderdir.
Bir çocuğu bir yetişkini dinlerken gösterdiği ciddiyetle dinleyen, beraber denize girip resim çektiren tek Liderdir.
Bir yabancı konuklayken yanına çocuk alan tek Cumhurbaşkanı'dır.
Atatürk'ün çocuk sevgisi, dünyada eşi olmayan bir örnektir. Ve Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisini kurarak, egemenliği tek kişiden alıp, halkın iradesine verdiği bu günü de; çocuklarına armağan etmiştir.
ATATÜRK
Ve ATAM; Tek Liderim,
Biz, senin çocukların, bugün bu bayramı sana layık şekilde kutlayacağız. Gençliğe hitabe ile bize verdiğin vazifenin de, koyduğun hedefin de bilincindeyiz. Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız Kutlu Olsun.

5 Nisan 2015 Pazar

MAHALLE

Adsız
Benim için İstanbul'un kalbi olan Nişantaşı'nda, City's üst katında sıcacık bir yer var: MAHALLE.

Asansörden indiğinizde mis kokular, yeşilin tüm tonları ve taze çiçekler ile Mahalle'nin Çiçekcisi karşılar sizi. Alışverişin yorgunluğunu atmak isterseniz Mahalle'nin kahvecisi Selamlique, üzerinde at nallanan bol köpüğüyle, çikolatalı, tarçınlı, kakuleli ya da okkalı seçenekleri ile mükemmel seçim.

Kahvenizi içerken etrafı seyredin, büyük keyif alacaksınız. Mahalle'nin Yastıkçısı Piculet, rengarenk yastıkları ile tam karşınızda gözünüzü alacaktır. Duvarlarda, tavanlarda yazılı lafları olurken, mahallenin ahalisinin resimlerine bakarken hiç sıkılmayacaksınız. Hemen sağınıza baktığınızda ise şu tabela dikkatinizi çekecektir: "Erkeğin Kalbine Giden Yol Mahalle'den Geçer".

Gerçekten'de öyle. Tüm restoranlar iştah kabartıcı. "Eller Havaya, Kasap Havası Burada" diyen Günaydın, "Göbek İstemeyene, Göbek Marul Burada" diyen Sosa, "Dönerse Senindir" diyen Chef Döner.

"Herşeye Ramen! Tiryakiye Teriyaki" diyen Wagamama, "Dikkat Oklava Gelebilir" diyen Hoca'nın Yeri, "Biranın Kankası, Patates Tavası" diyen Vida ve "Ne Hayat Ne Kebap Acısız Olmaz" diyen Ali Ocakbaşı...

Mahalle'nin kitapçısı Assouline, "Kitaplarımız Okumak içindir - Lütfen Yemeyiniz" diye uyarmasa bu iştahla oraya bile dalabilirsiniz.
Adsız2

Bu mahalle hepimizin mahallesi gibi. Çocukluğunuzun mahallesinden esintiler bulabileceğiniz, günümüzün beklentilerine göre de modernize edilmiş bir yer. Etrafta dolaşan insanlar sanki kırk yıllık dostunuz, ortam biraz karışık görünse de tertemiz ve herşey çok lezzetli. Tek farkı bakkalı şaşkın değil ♥

Adsız3

Başka bir tabelaya yazmışlar. "Can Boğazdan Gelir, Mahallede Yer İçer." Fırsatınız olduğunda siz de, Can gibi Mahalle'ye uğrayın. Nostaljik bir gün yaşayıp, biraz alışveriş yapıp, çok da güzel lezzetler tadacaksınız.

Mahalle'nin mekanları, lezzetleri bunlarla sınırlı değil. Yazmaya devam edeceğim. Şimdilik:

"Sofralar Dolsun, Mahalle Doysun, Afiyetler Olsun!".

30 Mart 2015 Pazartesi

İremce’de 30 yıllık dostla kahvaltı…

Bugün sabah kahvaltısına İremce’nin çok ağır bir konuğu vardı. Tam 30 senelik bir dost; okul arkadaşım, sınıf arkadaşım, sıra arkadaşım, benim canım arkadaşım.
İremce’nin speciyalleri ile ağırladık Pelin’ciğimi. Köy otlu yumurtamız, portakallı kekimiz masanın en başında yerini aldı. Sorfada tek bir markalı ürün yoktu. Hemen herşey Ataşehir’e Değirmendere köy pazarından taşındı. (Japonya’dan gelen cookilerimiz hariç:))

Adsız

Pelin’in Zeynep’ime getirdiği şemsiye çikolata ve Mabel ise bize tam bir nostalji yaşattı. Bugünden, dünden, arkadaşlardan, hayallerden, hedeflerden herşeyden konuştuk. Zaman nasıl geçti, hangi ara öğle oldu anlamadık.

IMG_2473 

Hayıflandım sonra kendi kendime, niye daha sık görüşmüyoruz diye. Hep bir sebep var işte; yollar, iş, sorumluluklar… Sevdiklerimize vakit ayırmamak için hep bir bahanemiz var. Bir tarihte okumuştum. Sevdiklerimize onlarla beraberken eleştirisel gözle bakıyormuşuz. Bize sorsalar bir çırpıda 10 iyi özelliğini sayamazmışız mesela. Oysa mecburi bir ayrılık söz konusu olduğunda bunun tam tersi gerçekleşir, sevdiğimizi yere göğe koyamazmışız.
Çok doğru. Bu ayrılıklar bana sevdiğim insanların değerini öğretti. Gerçek arkadaşın nasıl olduğunu. Uzun süre görmesen de, her gördüğünde bıraktığın yerden başlayabildiğini. Elini tutacak bir dost aradığında aslında çok yakında bir yerde durduğunu, dostla içilen kahvenin değerini ve gerçek dostun doğallığını.

IMG_2478

Ben her gün şükrediyorum. Şu ahir ömrümde çok güzel canlar biriktirdiğim için. İyi ki varsın Pelinciğim.

IMG_2482

Kafemiz.Biz



Kaburgalı bulgur pilavı yanına, çikolatalı pasta yiyip, projemizin akış diyagramını çizerken oluştu "Kafemiz.biz" fikri. İşte böyle bir karışım bulacaksınız bizim Kafemiz'de..

İremce'de; Endüstri Mühenfisi, Yönetici Koçu, şehri yaşamayı seven bir annenin eşsiz kurabiyeleriniz, sağlıklı atıştırmalıklarını tadarken, şehir hayatı, annelik ve Mühendisliğe koçluk bakış açılı sohbetlerin tadına doyamayacaksınız 

Emoş Kafe'de Peyzaj lisansının üzerine bir de Uluslararası İlişkiler lisansı yapmış, Kalite Mühendiliği alanında kendini geliştirmesine karşılık hobi olarak Sosyal Medya Uzmanlığına merak sarmış bir genç bakışın; tiyatro dizi, film, müzik ve kitaplar hakkındaki özgün paylaşımlarıyla bambaşka bir dünyaya dalacaksınız.
Hilal Kafe'de profesyonel öğrenci bir Endüstri Mühendisinin kalite, liderlik ve koçluk deneyimlerini inovatif bir bakış açısıyla birleştirdiği ve üstüne annelik deneyimlerini, eğitimleri, kitapları, çocukları, zihin haritalarını, fütürizmi kattığı sohbetlerinden inanılmaz keyif alacaksınız. www.hilal.kafemiz.biz
Bizim ortak yanımız yüreğimizle bakmamız...

Bizimle;
"Baktığın Yere Gidersin.."
www.kafemiz.biz 
Facebook sayfası için, TIKLA
Twitter hesabı için;
TIKLA